Türkçe, İngilizce, Arapça ve Fransızca yayımlanan bildiriyi kısa sürede çok sayıda akademisyen imzaladı.
Bildiriye imza atmak isteyen akademisyenler ise ilgili web sitesinden işlem gerçekleştirebilecek.
Dünya kamuoyu, savaşların tabiatı gereği gerçekleşen askeri zayiat ve fiziksel tahribat bir yana dursun; başta çocuklar olmak üzere sivil halkların yaşadığı kıyım ve yıkımlara birçok örnekte seyirci kalmıştır. Bosna’da, Ruanda’da, Kongo’da, Doğu Türkistan’da, Arakan’da, Hocalı’da ve daha birçok bölgede yaşanan soykırıma, etnik temizliğe ve insanlığa karşı suça göz yumulmuş, acı bilançoya engel olunamamıştır. Böyle bir tarihsel gerçeklikte, yaşananlara seyirci kalmamak adına Türkiye Cumhuriyeti tarafından gerçekleştirilen Kıbrıs Barış Harekâtı gibi yüz akı bir örneğin ise meşruiyeti, uluslararası politik kaygılarla saldırıya uğramıştır.
İnsanlık olarak son yüzyılın hukuksuz ve vicdansız kıyımlarının yükünü sırtımızda taşımaktayken; 7 Ekim 2023 tarihinden bu yana gündeme gelen fakat esasen on yıllardır sürmekte olan İsrail’in eylemleri güncel bir sınav olarak karşımızda bulunmaktadır. İsrail Devleti, Gazze ve işgal altında tuttuğu diğer topraklarda hukukun temel kuralları ile ilkelerini ihlal etmeye ve insanlık dışı eylemlerine devam etmektedir.
Geride bırakılan süreçte İsrail;
İsrail’in gerçekleştirdiği toprak işgali ve insancıl hukuk ihlallerinin bazıları ayrıca; – Uluslararası Adalet Divanı’nın Duvar İnşası Danışma Görüşü;
İsrail, BM üyesi olarak kararlarını uygulama yükümlülüğü altında bulunduğu BM Güvenlik Konseyi’nin 24 farklı kararına uymamaya devam etmektedir.
BM Genel Kurulu’nun 3314 sayılı “Saldırının Tanımı” kararına göre “işgal ve abluka”, silahlı saldırı teşkil etmektedir; devam eden işgal ise Filistin için devam eden meşru müdafaa hakkı doğurmaktadır.
Özellikle 7 Ekim’den bu yana Gazze’deki sivillere yönelik gerçekleştirildiği açıkça görülen ağır bombardıman sonucunda; çoğunluğu kadın, çocuk, yaşlı, engelli, hasta ve yaralı olmak üzere şimdiye dek 10.000’i aşkın sivil hayatını kaybetmiştir. UNICEF yetkililerinin beyanlarına göre her gün 400’den fazla çocuğun katledildiği bir sürece girilmiştir. Ayrıca 1400’e yakın çocuk da kayıp durumdadır. Bu süreçte Gazze dışındaki bölgelerden sürekli rapor edilen hukuksuz tutuklama, yerinden etme ve kötü muameleler hiç hesaba katılmadan; bütün siyasi ve hukuki mülahâzalardan da âzâde şekilde sadece çocuk ve sivil kayıpların oluşturduğu tablo dahi insan olduğunu iddia eden herkes için kahredici niteliktedir. İsrail, işgal ettiği veya abluka altında tuttuğu topraklarda; babalarını katlettiği çocukların büyüyüp gösterdikleri direnişle karşılaşınca bu kez çocukları katletme yoluna gitmiş görünmektedir.
Gündemdeki saldırılar, fiili ve hukukî bir hakikatten ziyade; Siyonizm düşüncesine ve birinci ağızdan dile getirilen “Yeşaya Kehaneti” gibi Hristiyan ve Yahudileri bir din savaşına girildiğine ikna etmeye yönelik söylemlere dayanmaktadır. Toprakları işgal altında bulunduğu için meşru müdafaa hakkına sahip olan Filistin halkının direnişi terörle yan yana anılmakta ve “meşru müdafaaya karşı meşru müdafaa olmaz” ilkesine aykırı kabuller ileri sürülmektedir. Gelinen noktada “ama Hamas” ile başlayan cümleler anlamını yitirmiş; “bu akıl almaz kıyım böyle devam edemez, bir yerde bitmeli” denildikçe her geçen gün daha da yükselen bir gaddarlık gösterisiyle karşılaşılmıştır. Medya devleri ve küresel çok uluslu şirketler ise bu soykırım girişimini aklama ve hatta destekleme yarışına girmiştir. Uluslararası toplumun sessizliğinden ve çaresiz görüntüsünden cesaret alarak şımarıkça işlenen bu fiiller ya tekrar utanç tarihimize geçecek bir soykırımla ya da geri dönüşü mümkün olmayan bir küresel savaşla sonuçlanma ihtimalini kuvvetle bünyesinde barındırmaktadır.
Akademisyenler, üstlendikleri bilgi üretim ve aktarım vazifelerinin yanı sıra müstakbel felaketlere ve mevcut yanlışlara karşı uyarıcı ve çözüm üretici girişimlerde bulunmakla mükelleftir.
Biz, Türk Akademisi olarak; öncelikle terör devleti yakıştırmasının hakkını vermekte olan İsrail’i, tarifi mümkün olmayan hislerle kınıyoruz. İşlemekte oldukları fiillere hemen şimdi son vermeleri ve işgalci oldukları topraklardan çekilmeleri çağrısında bulunuyoruz. Başta devlet kurumlarımız olmak üzere dünyadaki bütün kurum ve kuruluşlar tarafından talep edildiği takdirde, mevcut sorunun kalıcı çözümü adına ihtisas alanlarımız nispetince katkı sunacağımızı taahhüt ediyoruz. Bu vesileyle dünyanın dört bir yanında maruz kaldıkları baskılara rağmen hakikati dile getirmekten çekinmeyen meslektaşlarımızı minnetle selamlıyor, ilgili hususlarda akademik iş birliğine sonuna kadar açık olduğumuzu beyan ediyoruz.
Son olarak; tarihin haysiyet ve şeref bâbında mahkûm ettiklerinden olmamak adına her bir ferdi yetki, kabiliyet ve imkânları dahilinde sorumluluk almaya ve harekete geçmeye davet ediyoruz.”